Beginners Guide to TikTok for Search - Rachel Pearson - We are Tilt __ Bright...
Bane ön okuma
1. Bane
Günlükleri
C A S S A N D R A C L A R E
S A R A H R E E S B R E N N A N
M A U R E E N J O H N S O N
İngilizceden Çeviren: Deniz Arı, Zeynep ARIKAN
a r t e m i s y a y ı n l a r ı , i s t a n b u l
3. Bane
Günlükleri
C A S S A N D R A C L A R E
S A R A H R E E S B R E N N A N
M A U R E E N J O H N S O N
a r t e m i s y a y ı n l a r ı , i s t a n b u l
4.
5. Bu kitap, mektuplar ve e-postalar yazan,
imza günlerime gelen ve Magnus ile Alec’in
onlara çok şey ifade ettiğini söyleyen
insanlar için -onlar kendilerini biliyor.
Magnus gibi siz de büyülüsünüz ve hepiniz
birer kahramansınız.
9. İ ç İ n d e k İ l e r
Peru’nun Perde Arkası 1
Kaçak Kraliçe 61
Vampirler, Çörekler ve Edmund Herondale 119
Gece Yarısı Mirasçısı 179
Dumort Oteli’nin Dirilişi 239
Raphael Santiago’yu Kurtarmak 295
Dumort Oteli’nin Çöküşü 351
Her Şeye Sahip Bir Gölge Avcısı’na Ne Almalı?
(Üstelik Resmen Çıkmadığınız Bir Gölge Avcısı’na) 405
New York Enstitüsü’nün Son Çırpınışı 453
Gerçek Aşkın Seyri (Ve İlk Randevular) 513
Magnus Bane’in Sesli Mesajları 565
12. Böylece şarangoyu çalmaya devam etti.
Oysa evde çalması yasaklanmıştı.
Aynı zamanda kamusal alanlarda çalmaktan da vazgeçmişti.
Ağlayan bir çocuğun, elinde gazeteleriyle şehrin kuralları ve ufak
çaplı bir isyan hakkında konuşan adamın yanında.
Son çare olarak dağlara çıkıp orada çaldı.
Magnus gördüğü lama izdihamının bir rastlantıdan ibaret olduğuna
emindi. Lamaların onu yargılaması mümkün değildi.
—Peru’nun Perde Arkası
13.
14.
15. 5
Perulu Büyücüler Yüksek Konseyi tarafından Peru’dan
ihraç edildiği an, Magnus Bane’in hayatında üzücü bir dönüm
noktasıydı. Bunun sebebi Peru’nun Aşağı Dünya’da elden ele do-
laşan, o onur kırıcı fotoğrafının yer aldığı posterler değildi. Asıl
sebep, Peru’nun en sevdiği yerlerden biri olmasıydı. Burada pek
çok macera yaşamış, 1791 yılında Ragnor Fell’i Lima’da o keyifli
kaçış turuna davet ettiği günden bu yana orada sayısız güzel anı
biriktirmişti.
1791
Magnus gözlerini Lima’nın hemen dışındaki yol kenarı bir han-
da açtı ve derhâl işlemeli ceketini, pantolonunu ve parlak tokalı
ayakkabılarını giyerek kahvaltı etmek üzere odasından ayrıldı.
16. b a n e g ü n l ü k l e r İ
6
Dışarı adım attığında ise karşılaştığı şey kendisini bekleyen bir
kahvaltı değil, uzun saçlarını siyah bir örtü altında toplamış ba-
lık etli hancı kadın ile garson kızlardan birinin hana yeni gelen
birisi hakkında yaptığı dedikodu oldu.
“Bana kalırsa bir deniz canavarı olmalı,” diye fısıldadığını
işitti hancı kadının. “Veya bir denizadamı. Denizadamları ka-
rada yaşayabilir mi?”
“Günaydın hanımlar,” diye seslendi Magnus.
“Konuşmalarınıza bakılırsa misafirim nihayet gelmiş.”
İki kadın da şaşkınlıkla gözlerini iki kez kırpıştırdı. Magnus
ilk göz kırpıştırmaları aniden lafa dalmış olmasına, ikinci ve
daha yavaş olan kırpıştırmaları ise ağzından çıkan kelimelerin
yarattığı etkiye yordu. İki kadına da neşeyle el salladı, geniş ah-
şap kapıyı aşarak avluya, oradan da hanın ana salonuna geçti ve
büyücü arkadaşı Ragnor Fell’i elinde bir kupa chicha de molle
birası ile odanın arka tarafında otururken buldu.
“Aynısından istiyorum,” dedi Magnus, garson kıza. “Hayır,
bir saniye. Aynısından üç tane istiyorum.”
“Benim de aynısından istediğimi söyle,” dedi Ragnor. “Şu
içkiyi alabilmek için epey detaylı bir açıklama yapmam gerekti.”
Magnus, Ragnor’un dediğini yaptıktan sonra bakışlarını tek-
rar ona yöneltti. Eski dostunun her zamanki gibi göründüğüne
karar verdi: Berbat kıyafetler, fazlaca kasvetli bir görünüş ve faz-
laca yeşil ten rengi. Magnus kendi büyücü işaretlerinin bu kadar
açık seçik ortada olmadığına çoğu kez şükrederdi. Bir kedinin
altın-yeşil renginde gözlerine sahip olmak bazı durumlarda uy-
17. 7
Peru’nun Perde Arkası
gunsuz kaçabiliyordu ama bu ufak bir sihirle kolaylıkla gizlene-
bilirdi. Bunu başaramadığı zamanlarda dahi eh, bunu bir kusur
olarak görmeyen pek çok kadın -ve erkek- vardı.
“Sihir yok mu?” diye sordu Magnus.
“Beni buraya bitmek bilmez hovardalıklarla dolu seyahatlerin-
de sana eşlik etmem için çağırdığını sanıyordum,” dedi Ragnor.
Magnus neşeyle gülümsedi. “Öyle zaten!” Sonra duraksadı.
“Kusura bakma ama bağlantıyı kuramadım.”
“Doğal görünüşümün kadınlar üstünde daha etkili olduğu-
nu keşfettim,” dedi Ragnor. “Kadınlar farklı tiplerden hoşla-
nıyor. Güneş Kralı Louis’nin eşrafından bir bayan bana başka
kimsenin minik lahana’sıyla boy ölçüşemeyeceğini söylemişti
mesela. Sonradan bunun Fransa’da oldukça popüler bir iltifat
hâline geldiğini işittim. Benim sayemde.”
Ragnor bunu her zamanki hüzünlü tavrıyla söylemişti. Altı
içki masaya bırakıldığı anda Magnus kollarıyla hepsini kendine
doğru çekti.
“Bunların hepsine ihtiyacım olacak galiba. Lütfen arkadaşım
için birkaç içki daha getirin.”
Magnus birasından büyük bir yudum aldığı anda kendine
geldi. Dışarıdaki gün ışığına, önündeki içkilere bakınca kendini
çok daha iyi hissetti. “Tebrikler. Ve Kralların Şehri Lima’ya hoş
geldin, benim tatlı bezelyem.”
Ragnor için beş, Magnus için on yedi bardak içkiden oluşan
kahvaltının ardından Magnus, Ragnor’u Lima turuna çıkardı ve
18. b a n e g ü n l ü k l e r İ
8
onu başpiskoposun altın renginde, kıvrımlı ve oyma işlemelerle
dolu sarayından, gerekli bir şıklıkla tasarlanmış balkonlu parlak
binalarla dolu, İspanyolların bir zamanlar suçluları idam ettiği
meydana doğru götürdü.
“Başkentten başlamanın iyi bir fikir olduğunu düşündüm.
Ayrıca, buraya daha önce de gelmiştim,” dedi Magnus. “Yaklaşık
elli sene önce. Şehrin neredeyse tamamını toprağın altına gö-
men depremi saymazsak oldukça da iyi vakit geçirmiştim.”
“Depremle bir alakan var mıydı?”
“Ragnor,” dedi azarlayıcı bir tavırla Magnus arkadaşına.
“Olup biten her küçük doğal felaket için beni suçlayamazsın!”
“Soruma cevap vermedin,” dedi Ragnor ve iç geçirdi. “Senin
daha… güvenilir olmana ve normalden daha az kendin olmana
ihtiyacım var,” diye uyardı, yürümeye devam ederlerken. “Bu
yörenin dilini bilmiyorum.”
“İspanyolca bilmiyor musun yani?” diye sordu Magnus.
“Yoksa Quechua dilini mi bilmiyorsun? Ya da belki Aymara di-
lini bilmediğini söylüyorsun?”
Magnus gittiği her yerde bir yabancı olarak karşılandığının
oldukça farkındaydı ve istediği her yere gidebilmek için oraların
dilini öğrenmeyi kendine ilke edinmişti. Ana dilinden sonra öğ-
rendiği ilk dil ise İspanyolcaydı. Nadiren kullandığı bir dil varsa
o da ana diliydi. Zira bu ona annesini, üvey babasını ve çocuk-
luğundaki sevgi, dua ve hüzün dolu günleri hatırlatıyordu. O
dili kullandığı zaman kelimeler sanki aşırı bir ciddiyet taşımak
zorundaymış gibi, dilinde büyük bir ağırlık hissine yol açardı.
19. 9
Peru’nun Perde Arkası
(Bildiği başka diller de vardı –Purgatory ve Gehenna dilleri
ile Tatarca gibi. Bu dilleri de iblis âlemlerindeki bağlantılarıyla
iletişime geçebilmek için öğrenmişti ve işi gereği sık sık kullan-
mak zorunda kalırdı. Ama bu diller de ona gerçek babasını ha-
tırlatıyordu ve çağrıştırdıkları anılar daha bile kötüydü.)
Magnus’a göre dürüstlük ve ağırbaşlılık fazlasıyla abartıl-
mış kavramlardı. Keyif kaçıran anılarla yüzleşmek zorunda
kalmak da öyle. Bunların yerine eğlenmeyi ve eğlendirmeyi
tercih ederdi.
“Az önce bahsettiğin dillerin hiçbirini bilmiyorum,” dedi
Ragnor. “Ama seni anlayabildiğime göre, Geveze Sersemceyi iyi
bildiğim belli.”
“Bu lafın incitici ve gereksizdi,” dedi Magnus. “Ama tabii ki
bana güvenebilirsin.”
“Beni burada başıboş bırakayım deme. Söz ver bana, Bane.”
Magnus kaşlarını kaldırdı. “Sana şeref sözü veriyorum!”
“Seni bulurum,” dedi Ragnor. “O gülünç kıyafetlerini tıktı-
ğın sandığı da bulur ve sen uyurken bir lama getirir, sahip oldu-
ğun her şeyin üstüne işetmeyi bilirim.”
“Bu kadar çirkinleşmene gerek yok,” dedi Magnus. “Merak
etme. Öğrenmen gereken bütün kelimeleri hemen şimdi öğret-
meye başlayabilirim. Bunlardan biri de fiesta’dır.”
Ragnor kaşlarını çattı. “Ne demek o?”
Magnus kaşlarını kaldırdı. “Parti anlamına geliyor. Diğer bir
önemli kelime ise juerga.”
“Peki bu ne anlama geliyor?
20. b a n e g ü n l ü k l e r İ
10
Magnus bir şey demedi.
“Magnus,” dedi Ragnor, ciddi bir sesle. “Bu kelime de parti
anlamına mı geliyor?”
Magnus yüzüne yayılan hınzırca sırıtışa engel olamadı. “Özür
dilerdim,” dedi. “Ama hiç pişman değilim.”
“Biraz daha anlayışlı olmaya çalış,” diye tavsiye verdi Ragnor.
“Ama tatildeyiz!” dedi Magnus.
“Sen her zaman tatildesin,” diye belirtti Ragnor. “Tatilin baş-
layalı otuz yıl oldu!”
Bu doğruydu işte. Aşkını kaybettiğinden beri Magnus hiç-
bir yere yerleşmemişti. İlk aşkı değildi, onunla beraber yaşayan
ve kolları arasında can veren aşkıydı. Magnus sık sık onu dü-
şünmüş olduğu için adının anılması artık canını yakmıyor, zih-
ninde canlanan yüzü çok uzaklardaki yıldızların güzelliği gibi,
erişilmez ama her gecesini aydınlatan bir parlaklık sunuyordu.
“Maceraya doyamıyorum,” dedi Magnus neşeyle. “Ve mace-
ra da bana doyamıyor.”
Ragnor tekrar iç geçirdi. Magnus’un bunu neden yaptığına
dair hiçbir fikri yoktu.
Ragnor’un şüpheci doğası Magnus’u üzmeye ve hayal kırıklı-
ğına uğratmaya devam etti. Tıpkı Yarinacocha Gölü’nü ziyaret
ettiklerinde olduğu gibi. Ragnor gözlerini kısmış, “O yunuslar
pembe mi?” diye sormuştu.
“Ben geldiğimde zaten pembeydiler!” dedi Magnus mağrur-
ca. Duraksadı ve bir an düşündü. “Bundan neredeyse eminim.”